Bir şirkete dışarıdan bakınca her şey net görünür sanıyoruz. Logo var, ekip var, ürün var, toplantılar var. Sunumlar hazırlanıyor, raporlar yazılıyor, KPI’lar konuşuluyor. Ama içeride, özellikle sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda, tablo çoğu zaman beklediğimiz kadar net değil. “Nerede duruyoruz?” sorusu, aslında en basit soru olmalı. Fakat pratiğe geldiğinde en zor soruya dönüşüyor.
Bunu ilk kez fark ettiğim günü hatırlıyorum. Bir yönetim toplantısına hazırlanıyorduk. Sürdürülebilirlik gündemi büyüyordu: emisyonlar, tedarik zinciri, uyum beklentileri, yatırımcı soruları… Herkesin elinde farklı bir dosya vardı. Birinde enerji tüketimi, birinde satın alma verileri, birinde insan kaynakları metrikleri, birinde “geçen sene hazırlanan rapor”. Üstelik hepsi doğruydu; ama hiçbiri tek başına anlamlı değildi. Çünkü sürdürülebilirlik bir “tablo” değil, bir “bağlam” meselesi.
O gün toplantıda şu cümle geçti: “Bu rapor güzel ama bize ne söylemek istiyor?” Bu cümle aslında her şeyi özetliyordu. Raporlar hazırdı, sayfalar doluydu, grafikler parlaktı. Yine de kimse şunu söyleyemiyordu: “Bizim için doğru sıradaki adım bu.” Sürdürülebilirlik, çoğu şirkette hâlâ bir belge işi gibi yürütülüyor. Oysa sahada yaşanan gerçek bambaşka: şirketler karar almak zorunda. Hızlı, net ve güvenle.
İşte “dijital ikiz” fikri orada başladı. Çünkü o gün anladık ki, sorun veri eksikliği değildi. Sorun, verinin şirketi anlatmamasıydı. Bir şirketi anlamak, yalnızca emisyonu hesaplamak değil; o emisyonun nereden geldiğini, neden orada yükseldiğini, hangi operasyonel alışkanlığın bunu yarattığını, hangi tedarikçiden etkilendiğini, hangi yatırım planının bunu değiştireceğini görmek demekti. Yani şirketin “kendini görmesi” gerekiyordu.
Dijital ikiz kavramı bu yüzden güçlü. Bir fabrikanın dijital ikizi konuşulduğunda herkes gözünde bir model canlandırır: üretim hattı, sensörler, süreçler… Peki ya bir şirketin sürdürülebilirlik tarafı? Orada da aslında aynı ihtiyaç var. Şirketin sürdürülebilirlik performansını etkileyen her şey; operasyon, enerji, satın alma, insan, etik, politika, süreç, hatta karar alış biçimi… Birbiriyle bağlı. Siz bunları ayrı ayrı ölçtüğünüzde sadece parçaları görürsünüz. Ama bir ikiz oluşturduğunuzda, parçaların nasıl çalıştığını görmeye başlarsınız.
Bunu bir “form doldurma” işi gibi düşünmek büyük hata. Çünkü her şirketin hikâyesi farklı. Aynı sektörde bile iki şirketin sürdürülebilirlik yolu aynı değildir. Biri üretimden dolayı baskı altındadır; diğeri tedarik zincirinden. Biri enerji yoğun çalışır; diğeri lojistik ağı yüzünden yüksek ayak izi taşır. Biri hızlı büyümüştür, süreçleri oturmamıştır; diğeri yıllardır büyük bir organizasyon olarak yavaş ama kontrollü ilerler. Bu yüzden “herkese aynı sorular” yaklaşımı, sürdürülebilirlikte en büyük yanılsamalardan biridir.
Bizim için kırılma anı şuydu: Değerlendirme süreci, şirketi tanıyan bir sisteme dönüşmeliydi. Soru seti sabit olamazdı. Çünkü sabit soru seti şirketi değil, şablonu ölçer. Oysa ihtiyacımız olan şey, şirketin kendi gerçekliğini yakalamaktı. Bu yüzden iSustain’i tasarlarken, sürdürülebilirlik değerlendirmesini “akıllı bir konuşma” haline getirmeyi hedefledik. Şirketinize, sektörünüze, ölçeğinize, operasyonlarınıza göre şekillenen; doğru yerde derinleşen, gereksiz yerde zaman kaybettirmeyen bir değerlendirme.
Burada yapay zekâ devreye giriyor, ama yanlış anlaşılan şekilde değil. Yapay zekâyı bir “süs” olarak değil, bir “anlama motoru” olarak konumladık. Çünkü sürdürülebilirlikte asıl sorun, bilgiyi üretmek değil; bilgiyi anlamlı hale getirmek. Yapay zekâ, şirketin verdiği sinyalleri bir araya getirip şunu sorabilmeli: “Bu artışın nedeni burada olabilir mi?” veya “Bu hedefe ulaşmak için en büyük kaldıraç şu alan mı?” İnsanların yıllardır danışmanlıkla yapmaya çalıştığı şey tam olarak bu: doğru soruyu sormak.
Bir şirket kendini gerçekten anlayabilseydi ne olurdu? Önce gürültü azalırdı. Kimin elindeki Excel’in daha doğru olduğu kavgası biterdi. Herkes aynı resme bakardı. Sonra kararlar hızlanırdı. Çünkü sürdürülebilirlik, “her şeye aynı anda saldırma” oyunu değildir. Etkiyi büyüten birkaç doğru hareket vardır. Doğru hareketi bulmak ise ancak bağlamla mümkündür.
Üstelik bu sadece sürdürülebilirlik ekibinin meselesi değil. Finans da bu resmi ister. Çünkü sürdürülebilirlik artık maliyetle, riskle ve sermayeye erişimle doğrudan bağlantılı. Operasyon da ister. Çünkü süreçler değişmeden skor değişmez. Satın alma ister. Çünkü tedarik zinciri, şirketin görünmeyen sürdürülebilirlik kasıdır. Yönetim ister. Çünkü yatırımcı soruları masaya geldiğinde, cevap “rapor” değil, “güven” olmalıdır.
İşte SusIndex fikri de burada devreye giriyor. İnsanlar karmaşık sistemleri basit bir göstergeye indirgemeyi sevmez. Ama iyi bir skor doğru kurulursa, karmaşıklığı saklamaz; yönetilebilir hale getirir. Findeks benzetmesini seviyoruz çünkü anlaşılır: tek bir skor, ama arkasında sebep-sonuç ilişkisi var. Yani skor sadece bir sayı değil, bir kapı. O kapıyı açınca hangi alanın sizi yükselttiğini, hangi alanın düşürdüğünü, hangi aksiyonun daha yüksek etki ürettiğini görürsünüz.
Şirketin “kendini anlaması” dediğimiz şey aslında tam olarak bu: resim + neden + sonraki adım. Sadece resim yetmez. “Neden” olmadan güven olmaz. “Sonraki adım” olmadan da hareket olmaz. Biz iSustain’i bu üçlünün eksik kaldığı her yerde, aynı sahneyi tekrar tekrar görerek geliştirdik.
Bir de şunu öğrendik: şirketler sürdürülebilirliğe karşı değil. Şirketler belirsizliğe karşı. Belirsizlik maliyet üretir. Yanlış yatırım kararı üretir. Zaman kaybı üretir. İnsan kaybı üretir. O yüzden en güçlü değer, “netlik”tir. iSustain’in işinin özü de budur: netlik üretmek.
Bu yazıyı okuyan biri belki şunu düşünüyor olabilir: “Güzel, ama bizim şirketimiz çok farklı.” Evet, tam olarak o yüzden dijital ikiz yaklaşımı önemli. iSustain’i bir şablon gibi değil, bir “öğrenen sistem” gibi kurguladık. Şirketinizin kim olduğunu anlamadan öneri vermek istemiyoruz. Çünkü sürdürülebilirlikte en tehlikeli şey, hızlı ama yanlış ilerlemektir.
Bir şirket kendini gerçekten anlayabilseydi… daha az konuşur, daha çok ilerlerdi. Daha az rapor üretir, daha çok sonuç üretirdi. “Bir gün yaparız” dediği şeyleri bir takvime bağlar, sahiplenir, ölçerdi. Ve belki en önemlisi, sürdürülebilirliği sadece bir uyum konusu olarak değil, bir strateji konusu olarak görmeye başlardı.
Bizim hayalimiz basit: Şirketler sürdürülebilirliği daha az yorularak yönetsin. Daha az karmaşa, daha az hata, daha az gecikme. Daha fazla netlik, daha fazla kontrol, daha fazla güven.
Eğer bu yazı sende bir yerde yankı yaptıysa, muhtemelen aynı şeyi sen de yaşamışsındır: veri var ama resim yok. Rapor var ama karar yok. O zaman doğru yerdesin. Çünkü iSustain tam olarak bu boşluğu kapatmak için var.
Bir şirket kendini anlamaya başladığında, değişim kendiliğinden hızlanır. Bizim yaptığımız şey, o anı mümkün kılmak: şirketinizin kendini görmesini sağlamak. Sonrası… çok daha kolay.


